Hey! Zamanda yolculuk ediyoruz, katılmak isteyen; kendi adını
yüksek sesle gökyüzüne haykırsın!
Kâğıtlar olmadan önce duvarlar vardı; insan kendi zihin
haritasını görmek istiyordu. Duvarlara resim çizmekle başladı her şey. Yazı,
resim, sanat… Ve uçak hızıyla günümüzde kavramsal sanat hava alanına indik.
Burada bizi grafiti bekliyordu. Zamanın intikamını almak ister gibi. Grafiti
denildiğinde aklınıza ne geliyor? Yazı,
resim, kavram, mesaj, ileti, duvarlar ya da sokaklar, Banksy?
Sokak denildiği zaman aklınıza sadece sokaklar mı geliyor,
duvarlar ve sokakların kesişme noktalarında bağımsızlık, özgürlük, hürriyet,
istiklal gibi kelimeler kodlanmış olamaz mı? Sokaklar; duvarların ve engelsiz
yürüyüşlerin sokakları…
Zihin nerede bir boşluğa yönelse Sol Lewitt’in
yapılarına denk. Siyah ya da beyaz gibi ortası griden muzdarip. Zihin boşluklardan
muzdarip. Akıl melankoliden. Melankoli çok gülme hastalığından muzdarip. Yani her
şey birbirinden muzdarip bu evren denilen dar oyun alanında ve çarpışan
arabalar gibi kimliklerimiz. Her kazada daha da güçleniyor, hayata daha sıkı sarılıyor
ve her çarpışmada hayatta kalıyoruz. Yaralanıyoruz. Birbirimizden sorumlu değilmişiz
gibi davranıyoruz. Birbirimize zincirin halkaları gibi bağlıyken üstelik. En
zayıf halkayı koparıp atmaya bakıyoruz, bu sizce de “Açlık Oyunları” değil mi? Her
birimiz birer küçük Alaycı Kuş? Medyanın yönettiği kapital. Öyleyse dert
ortaklığıyla sanat olmaz.
Mecnunların sanatına (Ham Sanat) gelelim; 12
Maymun’a.
On iki maymundan önce üç maymuna da değinelim. Maymunlar
evrim teorisinin bilindiği gibi baş aktörleridir. Evrim başında sadece bir ‘d’
harfi ile devrimden ayrılır. Aralarında benzerlikler olduğu gibi eş düzeyde
işlerler: Yenilik başlığı altında. Kökleşmiş, kemikleşmiş ama yanlış ve
mantıksız olanı yıkmak başlığı altında. Primatlar grubundan 12 kayıp maymun
kabilesi herkese farklı bir şeyleri çağrıştıracaktır. Neden 12? Belki de Terry
Gilliam, 12 oğuldan doğan nesil; İsrailoğullarını düşünmüştür. Yine de
görmedim, duymadım, bilmiyorum oynayabiliriz.
Yer altına doğru inelim. “Bazı şeyleri görünür kılmak için
saklamak gerekir.” İletişimsel eylem nedir? Grafitiyle bunu bağdaştırabilir
miyiz? Yer altının Habermas’ın ‘Kamusal Alan’ kavramıyla ne gibi bir ilgisi
olabilir?
ÖZGÜRLÜK!
Aydınlanma; halka ait boş alanlarda vuku bulmuştur. (Kamusal
Alan ya da Agora) Fikirler, eşitlik, adalet, insan hakları, insani yaşam
özgürlüğü bu çemberde ivme kazanmış ama yerinde saymıştır. Halka ait bu boş
alan oldukça ya da gerçekte olmamasına rağmen zihinde tasarlandığı müddetçe
insan varoluş mücadelesinde yani hayatta kalma savaşında, hayatta kalma
oyununda kendine bir sığınak bulabilecektir. Demokrasi kavramının özü budur.
Demokrasi aydınlanma kavramından ayrı düşünülemez, düşünülmemelidir: Aydınlanma
ise ‘Kamusal Alan’dan.
Grafitinin kamusal alanla ilişkisine gelelim. Grafitilerin
her biri bir başkaldırıdır. Kamusal alanı işgal ettikleri düşünüldüğü için de
grafiti iktidar tarafından yasaklanan bir sanattır. Kamusal alan devletin malı
değildir. Halka aittir. Buna karşın grafiticiler şifreler üzerinden anlaşırlar.
İstila sokaklarda başlar. Bu ayrıca sınıf mücadelesinin de dışa vurumudur.
James Cole (Bruce Willis) gelecekten geçmişe
insanlığın sonunu getirecek bir virüsün yayılmasını önlemek için seçilmiş
kişidir. Gelecekten, akıl hastanesine: geçmişe, 1990 yılına gönderilir. Geçmiş,
gerçekte de evet tam bir akıl hastanesidir. Bütün insanlık geçmişinden
sıyrılmadıkça delilik üretecektir. Mantıksızlık ve kirlilik sürecektir.
James
Cole geçmişten ya da akıl hastanesinden kurtulduğunda aradığı şeyi grafiti
yazılarıyla bulmaya çalışır. Aradığı 12 Maymun yazısını duvarda şifreli üstü
örtük bir halde bulur. Bulur bulmasına da zamanda yolculuk sürmektedir.
Günümüzü, geçmişin tozlu film kasetlerinde ararız. Tam bir ironi. Grafiti
kimliği belirsiz kişilerce çizilmiş duvar yazı-resimleriyken farklı bir anlama
bürünür. Ruhban sınıfının geçmişte okuma-yazma bilmeyen toplumu eğitmek
amacıyla dini bilgileri resimlerle ikonlarla aktarma ereği gibi. Grafiti de halkın dilini, mevcut sisteme
karşı sokağın dilini temsil eder.
Grafitilerin sonu sistem tarafından sanatçılar
ehlileştirilerek getirilmiştir. 80’lerde bu şekilde grafiti sanatının önlemi
alınmıştır. Artık sistem için çalışan grafitiler üretilmektedir. Buna karşın
zamanda yolculuk sürmektedir. BANKSY günümüzde mevcut sistem eleştirisini
kimliği belirsiz bir şekilde ifa etmektedir. Karşı konulmaz bir şekilde
insanların onun duvar resimlerine rağbeti sürmektedir.
James Cole için diyorlar ki çocukluğuna geri dönüp kendi
ölümünü izlemiş bir vizyonerdi. Vizyon için belirli bir yıl vermek gerekir mi?
Fiziksel evreni oluşturan dinamikler madde, enerji, zaman, mekân ile
belirlenmiştir. Ama unuttuğunuz bir şey var yukarıda anlattığım şeylerin hepsi
önce bir tasarıydı. Zihin ve ruhun eseri olan tasarılar… Ve dünyayı
etkilediler.
Zaten amaçta budur. Ne kadar etki o kadar yükseliş. Ne kadar çok
etki o kadar çok hayatta kalma potansiyeli. Dünyayı etkileyecek virüslere karşı
önlem, insan zihninin haritasında deliliğin yok edildiği bir mantık
yolculuğudur.
Erasmus’un Deliliğe Övgü eserinden alıntıyla sessizliğin
operasına yol alıyorum.
“Bir ahmağın dilinden beklenmedik
olağanüstü laflar döküldüğü sıkça görülmüştür. Yoksa bu laf hatun kısmı için
geçerli değil midir sanırsınız? Ve şimdi -bu apaçık görülüyor. – Son sözü
beklediğinizi görüyorum. Ama eğer bunca lakırdıyı düşünüp de ortaya döktüğümü
ve bunca gevezeliğin ardından neler söylediğimi hatırlayacağımı zannediyorsanız
aklınıza şaşarım. Bunca lakırdıyı düşünüp de ortaya döken ben değil miydim?
Eski ama eskimemiş bir söz var ya: Hafızası kuvvetli meyhane arkadaşından
nefret ederim. İşte ben onu hafızası
kuvvetli dinleyiciden nefret ederim diye değiştirmek isterim. Tanrının inayeti üzerinize olsun,
alkışlarınızı esirgemeyin, huzur içinde yaşayın ve için. Ey Moria’nın muhterem
havarileri.”
DADA
Soy kabuğunu kırılmadan yumuşat
Her merhaba içinde elveda taşır
Soy ruhunu evrene karış
Bunun fotoğrafı olmayacak
Şiir: Başak Tuncel Şubat 2016