"O kadar uçsuz bucaksız bir atasözünde yaşıyordum ki, onu evrenle doldurabiliyordum ancak." Robert Sabatier
Pandemi, depremler, isyanlar, büyük felaketler derken, dünyanın sonuna mı geldik acaba diye düşünmeden edemiyor insan, yaklaşan bir felaket karşısında insanoğlunun çaresizliğini anlatan bir film Melancholia-"Melankoli". Çaresizliği sonuna kadar kökünden hissediyorsunuz.
İnsanın ruhunun ölümüne yas tutması kaynaklı bir
çaresizlik...
Lars Von Trier'nin depresyon üçlemesinin
ikinci filmidir “Melankoli.” İlk film “Deccal”, üçüncü
film "İtiraf"tır. Deccal yazıma da buradan ulaşabilirsiniz.
Bir kıyamet filmi olarak diğerlerinden farklı. En başta
mekanik değil. Bunu yönetmen her karesine bir sanat deneyimi
sığdırarak işlemiş. Mesela 1851-52
yıllarında Sir John Everett Millais,
Shakespeare'in Hamlet oyunundaki Ophelia karakterini nehirde
boğulurken betimler. Tablo çok kırılgan, depresif ve melankoliktir.
Ön Raffaellocular'ın amacı da mekanik buldukları sanat
anlayışına karşı durmaktır. Bence Trier bu kardeşliğe katılıyor ve
filminde Ophelia tablosunun aynısını sahne olarak
resmediyor. Tablo ve film sanat anlayışları konusunda ortak noktada
buluşuyor. Oldukça yüksek bir estetik algısı. Yönetmenin amacı
gayet açık. İzleyiciyi mekanik kıyametten çekip alıyor ve kendi
içsel kıyametlerine doğru gerip fırlatıyor.
Çünkü şu gerçeği aydınlatmak istiyor: Dünyanın sonunun
gelmesi dahi, insanın kendi psikolojik yıkımı karşısında insana hiçbir şey ifade
etmez.
İçimizdeki yıkım yanında üzerimize meteor düşmesinin
de gezegen çarpmasının da bir önemi kalmıyor. Ayrıca filmdeki
rolüyle Kirsten Dunst, Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü
almıştır.
Dünyaya çarpacak gezegenin adı filmde Melancholia. Hepimize
geçmiş olsun.
Çünkü; Melancholia adlı gezegen hepimizin ruhuna çarptı zaten. Kısaca "İnsan küçük evrendir." Peki,
kıyamet?
Yorumlar
Yorum Gönder