Çağımızda sanat algısı da diğer birçok şey gibi kökten
değişmiştir. Günümüzde Çağdaş sanatta retinal değerlendirmeden ziyade bağlamsal
değerlendirme ön planda tutulur. Yorgos Lanthimos’un
“Nimic” filmini seçme sebebim öncelikle tamamen retinal bir değerlendirme
yapacak olmamdan kaynaklanıyor, ayrıca hem film eleştirmenlerini eleştirmek hem
de sanat eseri niteliğindeki bir filmi çözümlerken filmin nasıl okunması
gerektiğiyle ilgili bilgilerinin çapının bağlamsal olarak ne denli güçsüz
olduğunu görmek, donanım yetersizliklerinin sonucunun, yanlış çıkarımlarla
toplumsal bilgi kirliliğine zemin hazırlaması yani tamamen öznel nedenlerimin
olması...
Bir film neyin üzerinde yükselir, bunu dört ana unsur- dört
fil ayağı çerçevesinde ele alabiliriz, almalıyız. Sosyolojik- ideolojik, psikolojik,
feminist ve dini unsurlar. Filmin ağırlık noktaları bu dört unsurdan hangisi
yönünde ivmelenmiştir buna karar veririz ve bir filmin başarılı bulunması
kapitalist sistemde her ne kadar tüketilmesiyle doğru orantılı olsa da
ideolojik olarak kalıcı ve en önemlisi özgün olması gerekmektedir ki, o eseri
başarılı bulalım böylelikle uzayda, sanatsal düzlemde nesnel bir yere bir
konuma sahip olabilsin ve Meta-çağda nesne fetişizmi bağlamında sürekliliğinin
gücüyle doğru ya da ters orantılı olarak Nft’si bile yapılabilsin değil mi?
Sanatın tasarımla arasında fark vardır, ikisi arasındaki süreklilik
farkı aralarında çok büyük bir uçurum yaratır. Dolayısıyla
karşılaştırılamazlar. Kısa filmler nedense hafife alınır; bunu neden söylüyorum
çünkü “Nimic” bana göre kısa olmasına rağmen önemli kriterlerin çoğunu
fazlasıyla karşılamakla kalmayarak sistemsel bir eleştiriye dönüşen tasarım ya
da performans ya da gösteriden farklı olarak uzun vadede önemini koruyacak
zamansız odak noktasına sahip, kendi içinde etki mekanizmalarını kullanabilmiş
bir film. Okuduğum birçok film eleştirmeni aşağıda yazacağım konuya değinmemiş
hatta uzağından bile geçmemiş, lafı fazla dolandırmayacağım: Bu filmi özel
kılan en önemli ve tek şey cinsiyetçilik üzerine bir eğretileme olmasıdır. Kokuşmuş
düzen yanlılığından gözümüzün bir şey göremediğini ve halkın bilinçlenmesinin
ancak böyle filmlerin anlaşılmasıyla mümkün olabileceğinin idrakinden
bahsediyorum.
Metroda müzisyen bir adam tarafından tesadüfen yabancı bir
kadına saatin sorulmasıyla başlar film, zaman anlamsızlaşır, değersizleşir ancak
bu soru tekrar edecek ve artık göstergesel ve çok değerli kilit bir parolaya
dönüşecektir, zira kısacık bir filmin içinde ileriye değil derinliğine doğru
hareket ederiz ki kapitalizmi daha etkili eleştiremezdi ve kullanılan kamera
açıları- hareketleri de tamamen bu zamansız derinliğin soğuk renklerle estetik
açıdan tatmin edici biçimde görselleşmesi üzerinedir. Yorumların çoğunda
kişiler arası iletişimsizliğe vurgu yapıldığı yazılmış, ben böyle bir şey
görmedim. Gelelim cinsiyetçilikle alakasına. Metrodaki müzisyen adam bir
soruyla evet sadece bir soruyla cinsiyet rolünden sıyrılarak içindeki
animasıyla yüzleşir. Yani Jung’un Anima- animus kavramlarının, kadın erkek fark
etmeksizin her iki cinsin içinde de yattığını görselleştirir Lanthimos ve bunu soyut
bir sembol kullanarak değil kadını kadın erkeği erkek olarak gösterip sadece
uzaysal mekânda yerlerini değiştirerek yapar, film boyunca adamın animasının
onun taklidi olduğunu izleriz. Feminist sanat 50- 60’larda kadınca sorunları
odak haline getirmiştir, esas amaç erkek egemen bir sanatla baş etmektir,
küresel dünya düzeninde “kadına şiddete hayır” sloganlarının ötesine geçmeyen
anayasal olarak hiçbir düzenleme getirilmeyen ve sadece bu ülkeye mahsus
olmayan bir soruna Avant-Garde yaklaşımı açısından filmin başarısı kesinlikle
bir tesadüf değildir; çünkü benzersiz karakteriyle adam eşit düzeyde kadındır,
kadın eşit düzeyde adamdır. Birbirlerinden insan olarak farkları yoktur, eylemsel
düzeyde birbirlerinden üstün değillerdir. Filmin sonunda siyahi adamın saati sorması, parola düzlemini yeniden imler ve bu kez bilmecede çözümlenen sadece
cinsiyetçilik kavgası değil, sınıfsal kavganın cinsiyetçilik kavgasına indirgenmiş
olduğunun gerçekliğinin bizi dumura uğratmasıdır, zamansız kısacık bir zamanda
uzaya açılırız. İnsanların cinsiyetleri ve renklerinin birbirinden üstün olmadığı bir uzaya.
Okuyanlar bilir sinema yazılarımı şiirle bitirmeyi
severim, bu kez kendi şiirlerimden biriyle kapanışı yapıyorum. Dünyanın
bütün Karanlık Lordlarına
Karanlık Lort
Kırmızı gök altında yağıyordu hiçliğin
Tat duyusunu yitirmiş ağaç kökleri damarlarında
Ellerini tanımıyordu kana bulanmış
Gölgesiz sükunette göz yaşlarıdır mührü kapıların
Ardında aslanların dolandığı
Yeri gelir aralanır hepsi usul usul
Çünkü
Sütten kesilir her bebek
Hiç Postmodern Karanlığın Aforizması- say:100
(Yaş: sene, yıl anlamında kullanılmıştır)
Yorumlar
Yorum Gönder